17 Ağustos Depreminin 23. Yılı

Ağustos ayına girdiğimde üzerime bir ağırlık çöker. Kimi zaman donup kalırım, yaşamım boyunca unutamayacağım o korkunç manzaralar gözümün önüne gelir. Her yıl Ağustos ayında enkaz altından yükselen feryatlar, günlerce kulaklarımı çınlatır. 17 Ağustos Depreminin üzerinden tam 23 yıl geçti. Depremde yaşadığımız önemli kayıplar, hafızalardan yavaş yavaş silinmeye başladı. Önce depremde yitirdiğimiz insanlarımızı, sonra insanlığımızı unuttuk. Ve bugünlere de hiç deprem olmayacakmış gibi yapılması gerekenleri unutarak geldik.

23 Yılda Unuttuklarımız…

Şimdi aradan geçen 23 yılda, unuttuk deprem şehitlerini. Hasarlı binalarımızı sözde güçlendirdik. Yorgun ve hasarlı binalarımızın giriş kapılarına büyük nazar boncukları asarak dersler çıkartık. Hasarlı binalarımıza makyaj yaparak, kaderciliğe güvenerek hazırlanıyoruz yeni felaketlere. Felaketten felakete aklımız başına geliyor. Şüphesiz, 17 Ağustos ve sonrasında o an, herkesin yaşadığı ve çevresine anlattığı mutlak gerçek yaşam öyküleri vardır. İşte o an; 17 Ağustos 03.02’de, 45 saniyenin sonrasında dışarı çıktığımda kulakları sağır eden feryatlar duyuluyordu.

Gece Karanlığını Aydınlatan Enkazlar

Gece karanlığını aydınlatan enkazdan çıkan alevler, depremin üzerinden saatler geçmesine rağmen sönmemişti. Alevlerin yanına gittiğimde yanan binaların altında fırın olanların olduğunu görüyordum. Şaşkınlık, çaresizlik, korku, acı, hüzün ve yakınlarının kurtulduğunu gören insanların mutluluğu birbirine karışmıştı. Kimi kurtulduğuna kimi ise enkazda kalan yakınları için ağlıyordu..Kaçacak yeşil alan bulmakta zorluk çekiliyordu. İnsanlar bulabildikleri küçük bir boşlukta toplanmaya ve Yalova’yı terk etmeye hazırlanıyordu. Aksanın zehirli gazlarından dağlara, tepelere kaçışan insanlar bir tarafta, bir tarafta ise kurtarma çalışmaları yapmak için kent merkezine yeniden yönelen insanlar..

Birbirimize Sarılarak Ağlamaya Başlıyoruz..

Evimizin 15 -20 metre uzağındaki 5-6 katlı binaların enkazlarından çıkan tozlar her tarafı sarmıştı. Kardeşim Fevzi’nin oturduğu Malazgirt caddesine yöneldiğimde binaların yan yana çöktüğünü görüyorum. Toz bulutları arasındaki kardeşimin evinin yıkılıp yıkılmadığını göremiyorum. Birkaç adım daha attıktan sonra kardeşimin evinin yanındaki evlerin yıkıldığını görünce kardeşim ve ailesinden de umudumu yitirmeye başlıyorum. Toz bulutları arasında binaya yanaştığımda, bir tek kardeşimin oturduğu evinin yıkılmadığını, daha sonrada kendisini görüyorum.Arkadaşlarımızı, yakınlarımızı kurtarmak için hemen orada komşularımızla bir araya gelerek kurtulabilecek insanlara ulaşmaya çalışıyoruz.

Deprem Gecesi Yaşanan Şoklar..

Binalar enkaz haline gelmiş olmasına rağmen, insanların sağ olduğunu, yardım çığlıklarından anlıyoruz .5 katlı binanın enkaz haline geldiğini göremeyen ve şok geçiren bir kadının enkazın üstünde “ Bizi Kurtarın” feryatları üzerine enkazın üstüne çıkarak yardım elini uzatıyoruz. Kadın halen şok içerisinde, çünkü kendisi halen binanın 5. Katında oturduğunu düşünüyor. 5 katlı binanın birkaç metreye indiğini göremiyor. Önce kucağındaki çocuğu alıyor, sonra da kendisinin elinden tutarak aşağıya inmesine yardımcı oluyoruz. Kadının ağzından o an şu sözcükler çıkıyor “ biz yerde miyiz şimdi” .

Sabahın İlk Işıkları Yalova’da Yaşanan Faciayı Gözler Önüne Seriyordu.

Herkes birbirlerine sarılıp yardım talep ediyordu. Komşularım, arkadaşların evleri yerle bir olmuştu. Henüz depremin merkezinin Yalova bölgesi olduğunu kavrayamamıştık. Eğer Yalova bu hale geldiyse, diğer bölgelerin durumunu düşünmek dahi korkutucuydu.Enkazlar Yalova’nın bütün caddelerini kapatmıştı. Kriz merkezine, sahra hastanesine gidecek tek yol ise, Safran yolu girişindeki Yasemin sokaktaki evimin önünden geçen küçük dar sokak.Çaresizlik, korku ve enkaz altında kalan insanlara pek fazla birşey yapabilmeme olanaksızlığı bizleri kahrediyor.

1967 Yılındaki Depreme de Hacımehmet Ovasında Yakalandım..

Malazgirt caddesinden, 1967 yılında depreme ilk yakalandığım, depremin ne olduğunu ilk kez orada yaşadığım Hacımehmet ovasına doğru yöneldiğimde, 17 Ağustosun bir deprem olmadığını, toplumsal bir cinayet olduğunu görüyorum. İşte o an, duyduğum bir çocuğun çığlığı, bir ananın feryadı halen kulaklarımda..Depremi yaşamak hissetmek çok farklı. Ben ise depremi görüyor ve yaşıyordum. Her şeyden öte ölüleri ve ölümü görüyor, korkuyordum.

Ölüm O An Bir Hayal Kahramanı Gibiydi….

Artık korkuların en şiddetlisini yaşamıştık ve artık ondan ötesi yok gibiydi. Sadece bu duyguları ben değil, bir çok Yalovalı hissediyordu.Ölümden öte hiçbir şey yok derecesine enkazların altına giriyor bir tek canın kurtulması için çaba sarf ediyorduk. Kurtarılan insanların mutluluğu, kurtarıcıları çok daha fazla mutlu ediyordu. Kurtarma çalışmalarını sürdürürken gazeteci olduğumu, tarihe tanıklık etmek gibi bir sorumluluk taşıdığını hissettim.Evime gidip yere düşen fotoğraf makinemin bulunduğu çantamı elime aldığımda makinenin sağlam olduğunu, üstelik çantada 4 adet yedek filmim olduğunu görünce soluğu dışarıda aldım.

Peki Nasıl Fotoğraf Çekecektim..

Komşularım, arkadaşlarım enkaz altında can verirken benim fotoğraf çekmem ne derece doğru olurdu.Sorumluluk ve suçluluk duygusu eşliğinde ilk kez deklanşöre bastığım binadan bir ceset çıkartılıyordu. Üstelik çıkartılan ceset benim yakın arkadaşlarımdan biriydi.Bir kez daha, bir kez daha deklanşöre bastım.Yardım isteyen dostlarımın feryatları üzerine fotoğraf makinemi bir kenara atarak enkaza girmeye başladım. Ancak nafile. Enkaz altında kalanlardan ses alamıyorduk. Bir saat sonra enkaz altından çıktıktan sonra, fotoğraf makinemi bıraktığım yerde bulmuştum. Arka arkaya fotoğraf çekmeye devam ediyordum. Birkaç tane filmi bitirmiştim bile. Neredeyse artık film bitse de bende fotoğraf çekmesem diye düşünüyordum. O nedenle ortalıkta fotoğraf makinemle uzun bir süre boy göstermemek için sık sık fotoğraf çekmeye başladım. Yalova’nın bir çok bölgesinde fotoğraf çektikten sonra filmlerimi de bitirmiştim.

Çektiğim Her Bir Fotoğraf Karesine Gözyaşlarım Damladı...

Feryatlar, iniltiler, çığlıklar objektifim de değil, yüreğimde hissettim. Yaşamım boyunca belki de ilk defa o an gazeteci olduğuma pişman oldum.Şimdi, ise verdiğim kararın ne kadar isabetli olduğunu daha iyi anlıyorum.Çünkü çektiğim fotoğraflar bugün deprem anıtında sergileniyor. Kalıcı olarak sergilenecek fotoğraflarım gelecek kuşaklara da çektiğimiz acılar için buruk bir mutluluk hissediyorum.. Depremin üzerinden birkaç gün geçmişti. Ancak Depremler devam ediyordu. Bunların artçı depremler olduğunu ve aylarca süreceğini daha sonraları öğreniyorduk. Tuhaftır ki, depremi böyle bilmiyorduk. Zannediyorduk ki, deprem bir kez vurur ve çeker gider. Yani suratımıza bir tokat atar ve uzaklaşır giderdi. Meğersem hiç böyle değilmiş.

Bunları Düşünmek Bile Korkunçtu…

Sarsıntıları hissediyorduk. Önce bu sarsıntıların binalardan kaynaklandığını düşünmüştük. Sonra anladık ki; bu depremlerin bir de artçıları varmış. Depremin 3. Günü Yalova’da kesif bir koku ortalığı kavuruyordu. Bizler dışarıda gölgede 45 derece sıcaklıkta nefes alma şansımız olmasına rağmen boğulmak üzereydik. Peki ya enkazların altında kalanlar.! Bunları Düşünmek Bile Korkunçtu. Artık Yalova bölgesine korkunç ve ürkütücü bir koku yayılıyordu. Bu koku enkazlarda kalan insanların cesetlerinden sokaklara dalga dalga yayılıyordu. Elektriklerin halen kesik olması, işyerlerinde bulunan bozulacak gıda maddelerinin çevreye yaydığı koku ile kasap dükkânlarında bozulan etlerin kokusu cesetlerin kokusuna karışmıştı. Kurtarma çalışmaları başlamıştı. Kriz merkezi, sahra hastanesine artık tam kapasite ile çalışıyordu. Enkaz altından çıkartılan cesetler önce Yalova devlet hastanesinin bahçesine sonra da soğuk hava depolarına taşınmaya başlanmıştı.

Cesetler Birbirine Karışıyordu...

Emniyet fotoğrafını çektiği her bir cesedi fişliyor ve numaralanıyordu. Soğuk hava depoları üst üste ceset doluydu. Artık cesetlere yer bulmakta zorluk çekiliyordu. Çare toplu olarak gömülmesiydi. İş makineleri büyük çukurlar açarak cesetleri toplu halde defnetmeye başlamıştı. Depremin 5. Günü ceset kokuları artık her bölgeden hissedilmeye başlanmıştı. Maske ile dolaşmaya özen gösteriliyordu. Olası bir salgın hastalığın önüne geçebilmek için enkazların olduğu bölgelere, mezarlıklara, caddelere kireçlenme yapılmaya başlanmıştı.17 Ağustos, benim yaşantımda önemli bir milad olmuştu. 17 Ağustosta sadece insanlarımız değil, ideolojiler de enkaz altında kalmıştı.

17 Ağustos’ta Tek Bir Şey Ayakta Kalmıştı: İnsanlık…

Hiç tanımadığım insanlarla birlikte, hatta karşıt düşüncede olan kişilerle birlikte enkaz altına girip bir insanı kurtarma çabasına veriyoruk. Bir canı kurtardığımızda birbirimize sarılarak gözyaşı döküyorduk Yalova’da..17 Ağustos’ta unutamadığım bir olayı Hacımehmet ovasında yaşamıştım. Güneş olabildiğince kızgındı. Enkaz altında bir yaralı çıkartma çabası verirken bir pet şişe su uzatıldı. Bir şişe suyu tam 5 kişi paylaşarak ardı ardına içmiştik. İşte bu paylaşmanın getirdiği bir mutluluktu. Hiç tanımadığın bir insanla kader birliği yapmak aynı kaptan su içmek, aynı acıyı çekmek ve gözyaşı dökmek. Çıkartılan bir yaralının kurtulmasının getirdiği mutluluktan dökülen gözyaşların birbirine karışmasınin tek bir anlamı vardı. İşte bunun adı  da:İnsanlıktı. Bizler depremle birlikte sadece acı çekmeyi değil, insanlığı ve paylaşmayı da öğrendik

Şimdi, 17 Ağustos’un üzerinden tam 23 yıl geçti.  23 yıldır;  bizler toprak üstünde, deprem şehitleri ise toprak altında derin uykular içindeyiz. 

0 Yorum

Henüz Yorum Yapılmamıştır.! İlk Yorum Yapan Siz Olun

Yorum Gönder

Lütfen tüm alanları doldurunuz!