Ağlıyor Yalova, Kan Ter İçinde…
Ağlıyor Yalova, Kan Ter İçinde…
Ağlıyor Yalova, Kan Ter İçinde…
9 Ağustos 2017 Çarşamba 13:19:55
Bundan 18 yıl önce 17 Ağustos 1999’da saat 03.02’yi gösterdiğinde Sevgililer, Son kez sarılmışlardı birbirlerine. Son kez kadeh tokuşturmuşlardı “Mutlu Yıllara “derken, anneler babalar son kez sarılmışlardı yavrularına, bebeklerine, bebekler ise son kez sarıldılar oyuncaklarına...
18 yıl önce; Anneler, Babalar…
Yavrusunun yanaklarına son kez birer öpücük kondurarak Yavrularına “İyi Uykular Bebeğim” diyebildiler. 18 yıl önce; çocuklarımız, bebeklerimiz. son kez sarıldılar oyuncaklarına. Deprem gecesi yatağından düşerken, koynundaki oyuncak ayıyı bile bırakmayan çocukları bizler toprak altında bıraktık. Çocuklarımızı kolay ölümlere terk ettiğimiz için, 18 yıldır ülkemiz böylesine karanlık şimdi….
Onlar, şimdi 18 yıldır toprak altında derin uykudalar…
Bizler ise toprak üstünde…
Deprem şehitleri; sizler toprak altında,
Bizler ise toprak üzerinde huzursuz bir bekleyiş içindeyiz şimdi...
18 Yıl Önce Yaşadıklarımız
18 yıl önce 03.02’de o unutulmaz 45 saniyenin sonrasında dışarı çıktığımızda kulakları sağır eden feryatlar duyuluyordu. Gece karanlığını aydınlatan ise enkazdan çıkan alevlerdi. Alevlerin yanına gittiğimde yanan binaların altında fırın olanların olduğunu görüyordum. Şaşkınlık, çaresizlik, korku, acı, hüzün ve yakınlarının kurtulduğunu gören insanların mutluluğu birbirine karışmıştı.Kimi kurtulduğuna kimi ise enkazda kalan yakınları için ağlıyordu.
Kaçacak Yeşil Alan Bulmakta Zorluk Çekiliyordu...
Kaçacak yeşil alan bulmakta zorluk çekiliyordu. İnsanlar bulabildikleri küçük bir boşlukta toplanmaya ve Yalova’yı terk etmeye hazırlanıyordu. Dağlara, tepelere kaçışan insanlar bir tarafta, bir tarafta ise kurtarma çalışmaları yapmak için kent merkezine yeniden yönelen insanlar. Evimizin 15 -20 metre uzağındaki 5-6 katlı binaların enkazlarından çıkan tozlar her tarafı sarmıştı. Kardeşim Fevzi’nin oturduğu Malazgirt caddesine yöneldiğimde binaların yan yana çöktüğünü görüyorum. Toz bulutları arasındaki kardeşimin evinin yıkılıp yıkılmadığını tam olarak göremiyorum. Birkaç adım daha attıktan sonra kardeşimin evinin yanındaki evlerin yıkıldığını görünce kardeşim ve ailesinden de umudumu yitirmeye başlıyorum. Toz bulultarı arasında binaya yanaştığımda, birkaç evin ayakta kaldığını bu evlerden birinin de kardeşimin oturduğu evin olduğunu görüyorum…
Enkaz Altında Kalanların yardım Feryatları…
Hemen mahalledeki gençlerle, arkadaşlarımızla, komşularımızla bir araya gelerek kurtulabilecek insanlara ulaşmaya çalışıyoruz. Binalar enkaz haline gelmiş olmasına rağmen, insanların sağ olduğunu, yardım çığlıklarından anlıyoruz.5 katlı binanın enkaz haline geldiğini göremeyen ve şok geçiren bir kadının enkazın üstünde “ Bizi Kurtarın” feryatları üzerine enkazın üstüne çıkarak yardım elini uzatıyoruz. Kadın halen şok içerisinde, çünkü kendisi halen binanın 5. katında oturduğunu düşünüyor. 5 katlı binanın birkaç metreye indiğini göremiyor. Önce kucağındaki çocuğu alıyor, sonra da kendisinin elinden tutarak aşağıya inmesine yardımcı oluyoruz. Kadının ağzından o an şu sözcükler çıkıyor “ Biz yerde miyiz şimdi” .
Sabahın İlk Işıklarıyla Yalova…
Sabahın ilk ışıkları Yalova’da yaşanan faciayı gözler önüne seriyordu. Herkes birbirlerine sarılıp yardım talep ediyordu. Komşularımın, arkadaşlarımızın evleri yerle bir olmuştu. Henüz depremin merkezinin Yalova bölgesi olduğunu kavrayamamıştık. Eğer Yalova bu hale geldiyse, diğer bölgelerin durumunu düşünmek dahi korkutucuydu. Enkazlar Yalova’nın bütün caddelerini kapatmıştı. Kriz merkezine, sahra hastanesine gidecek tek yol ise, Safran yolunun girişindeki baba evimizin önünden geçen küçük dar sokaktı. Malazgirt Caddesi ve diğer yollar enkazlarla kaplı olduğundan tüm araçlar buradan kriz merkezine yol alıyordu.Çaresizlik, korku ve enkaz altında kalan insanlara pek fazla birşey yapabilmeme olanaksızlığı bizleri kahrediyordu..
1967 Depremine de Hacımehmet Ovasında Yakalanmıştım….
1999’dan önce, 1967 yılında meydana gelen 7.2 şiddetindeki Adapazarı Merkezli depreme ilk yakalandığım, depremin ne olduğunu ilk kez Hacımehmet Ovasında, okul çıkışında o dönemler elma ve fındık bahçeleri ile dolu olan tek bir evin bulunduğu (Kemik ve derilerin toplandığı) ovada fındık toplarken yakalanmıştım (Bkz. Prefabrik Kitap).1999 depreminin ardından da içgüdüsel olarak Hacımehmet ovasına doğru yöneldiğimde, 17 Ağustosun bir deprem olmadığını, toplumsal bir cinayet olduğunu görüyordum. İşte o an, duyduğum bir çocuğun çığlığı, bir ananın feryadı halen kulaklarımda. Depremi yaşamak ve hissetmek çok farklı. Ben ise depremi görüyor ve yaşıyordum. Her şeyden öte ölüleri ve ölümü görüyor ve korkuyordum….
Ancak, Ölüm O An Bir Hayal Kahramanı Gibiydi…
Artık korkuların en şiddetlisini yaşamıştık ve artık ondan ötesi yok gibiydi.Sadece bu duyguları ben değil, bir çok Yalovalı hissediyordu. Ölümden öte hiçbir şey yok derecesine enkazların altına giriyor bir tek canın kurtulması için çaba sarf ediyorduk. Kurtarılan insanların mutluluğu, kurtarıcıları çok daha fazla mutlu ediyordu. Kurtarma çalışmalarını sürdürürken gazeteci olduğumu, tarihe tanıklık etmek gibi bir sorumluluk taşıdığını hissettim. Evime gidip yere düşen fotoğraf makinemin bulunduğu çantamı elime aldığımda makinenin sağlam olduğunu, üstelik çantada 4-5 adet yedek filmim olduğunu görünce soluğu dışarıda aldım.
Gazeteciliğin En Zor Anı…
Peki, Nasıl fotoğraf çekecektim!.Komşularım, arkadaşlarım enkaz altında can verirken benim fotoğraf çekmem ne derece doğru olurdu?. Sorumluluk ve suçluluk duygusu eşliğinde ilk kez deklanşöre bastığım binadan bir ceset çıkartılıyordu. Sonra bir kez daha, bir kez daha deklanşöre bastım..Yardım isteyen dostlarımın feryatları üzerine fotoğraf makinemi bir kenara atarak enkaza girmeye başladım. Ancak nafile. Enkaz altında kalanlardan ses alamıyorduk..Bir saat sonra enkaz altından çıktıktan sonra, fotoğraf makinemi bıraktığım yerde bulmuştum. Arka arkaya fotoğraf çekmeye devam ediyordum. Birkaç tane filmi bitirmiştim bile. Neredeyse artık film bitse de bende artık fotoğraf çekmesem diye düşünüyordum. O nedenle ortalıkta fotoğraf makinemle uzun bir süre boy göstermemek için sık sık fotoğraf çekmeye başladım. Yalova’nın bir çok bölgesinde fotoğraf çektikten sonra filmlerimi de bitirmiştim.
Çektiğim Fotoğrafları Yalova Belediyesine Bağışladım…
Çektiğim her bir fotoğraf karesine gözyaşlarım damladı. Feryatlar, iniltiler, çığlıklar objektifimde değil, yüreğimde hissettim. Yaşamım boyunca belki de ilk defa o an gazeteci olduğuma pişman oldum. Enkazlar birkaç gün sonra denize dolgu alanı olarak doldurulurken, buraya bir deprem müzesi yapılacağı açıklanıyordu. Yalova Belediyesinin basın Müşaviri olan Faruk Tezcan, deprem sonrasında çekilen fotoğrafların bu müzede sergileneceğini çekilen fotoğrafların belediyeye teslim edilmesi gerektiğini vurguluyordu. Bu çağrıya Yalova’ya gelen ve buralarda fotoğraf çeken bazı kişilerin Belediyeden telif ücreti olarak astronomik bir ücret talep etmesi üzerine, çektiğim tüm fotoğrafları Belediyeye (Faruk Tezcan'a) imza karşılığında teslim ederek bağışladım. Şimdi, geriye dönüp baktığımda, verdiğim kararın ne kadar isabetli olduğunu daha iyi anlıyorum. Çünkü çektiğim fotoğraflar bugün deprem anıtında sergileniyor.
İşte fotoğraflarla 17 Ağustos 1999 Depreminin Ardından
Depremler Artçı Sarsıntılarla Devam Ediyordu…
Depremler devam ediyordu. Bunların birer artçı depremler olduğunu ve aylarca süreceğini daha sonraları öğreniyorduk. Tuhaftır ki, depremi böyle bilmiyorduk. Zannediyorduk ki, deprem bir kez vurur ve çeker gider. Yani suratımıza bir tokat atar ve uzaklaşır giderdi.Meğersem hiç böyle değilmiş. Sarsıntıları hissediyorduk. Önce bu sarsıntıların binalardan kaynaklandığını düşünmüştük. Sonra anladık ki; bu depremlerin bir de artçıları varmış.İlerleyen günlerde Yalova’da keşif koku ortalığı kavuruyordu. Bizler dışarıda gölgede 45 derece sıcaklıkta nefes alma şansımız olmasına rağmen boğulmak üzereydik. Peki ya enkazların altında kalanlar, Bunları düşünmek bile korkunçtu…
Enkaz Altındaki Cesetlerin Kokusu Yalova’ya Yayılıyordu…
Depremin üzerinden birkaç gün geçmişti. Artık Yalova bölgesine korkunç ve ürkütücü bir koku yayılıyordu. Bu koku enkazlarda kalan insanların cesetlerinden sokaklara dalga dalga yayılıyordu. Elektriklerin halen kesik olması, işyerlerinde bulunan bozulacak gıda maddelerinin çevreye yaydığı koku ile kasap dükkânlarında bozulan etlerin kokusu. Enkaz altındaki cesetlerin kokusuna karışmıştı. Bir yandan da Kurtarma çalışmaları başlamıştı. Kriz merkezi, sahra hastanesine artık tam kapasite ile çalışıyordu. Enkaz altından çıkartılan cesetler önce Yalova devlet hastanesinin bahçesine sonra da soğuk hava depolarına taşınmaya başlanmıştı.
Cesetler Birbirine Karışıyordu…
Cesetler birbirine karışıyordu. Emniyet fotoğrafını çektiği her bir cesedi fişliyor ve numaralandırıyordu. Soğuk hava depoları üst üste ceset doluydu. Artık cesetlere yer bulmakta zorluk çekiliyordu. Çare toplu olarak gömülmesiydi. İş makineleri mezarlıkta büyük çukurlar açarak cesetleri toplu halde defnetmeye başlamıştı. Ayrıca, depremin ilk olası bir salgın hastalığın önüne geçebilmek için enkazların olduğu bölgelere, mezarlıklara, caddelere kireçlenme yapılmaya başlanmıştı. 17 Ağustos, benim yaşantımda önemli bir milad olmuştu. 17 Ağustosta sadece insanlarımız değil, ideolojiler de enkaz altında kalmıştı. 17 Ağustos ta tek bir şey ayakta kalmıştı: insanlık ve insani kavramlar. Hiç tanımadığım insanlarla birlikte, hatta karşıt düşüncede olan kişilerle birlikte enkaz altına girip bir insanı kurtarma çabasına veriyorduk.Bir canı kurtardığımızda birbirimize sarılarak gözyaşı döküyorduk Yalova’da..
Ağlıyor Yalova, Kan Ter İçinde…
17 Ağustos’ta unutamadığım bir olayı Hacımehmet ovasında yaşamıştım. Güneş olabildiğince kızgındı. Enkaz altında bir yaralı çıkartma çabası verirken bir pet şişe su uzatıldı. Bir şişe suyu tam 5 kişi paylaşarak ardı ardına içmiştik. İşte bu paylaşmanın getirdiği bir mutluluktu.Hiç tanımadığın bir insanla kader birliği yapmak aynı kaptan su içmek, aynı acıyı çekmek ve gözyaşı dökmek..İşte bunun adı insanlıktı.. Bizler depremle birlikte insanlığı ve paylaşmayı da öğreniyorduk.
İşte O Anlar ve 17 Ağustos Yalova depreminden hemen sonra çekilen görüntüler
0 Yorum