Depremin Çocukları...
6 Şubat Pazartesi günü yeni güne gözlerimizi açtığımızdan itibaren bir daha kapatamadık. Uyumaktan utandım. Sanki ben uyursam enkaz altındaki çocukların soğuktan donacağını hissettim yüreğimde. Uyumaktan başımı yastığa koymaktan, sarıldığım battaniyeden, yediğim yemekten, içtiğim sudan utandım. Enkazlarda yitirdiğimiz cennetin çocuklarından utandım...
6 Şubat Pazartesi günü yeni güne gözlerimizi açtığımızdan itibaren bir daha kapatamadık. Uyumaktan utandım. Sanki ben uyursam enkaz altındaki çocukların soğuktan donacağını hissettim yüreğimde. Uyumaktan başımı yastığa koymaktan, sarıldığım battaniyeden, yediğim yemekten, içtiğim sudan utandım. Enkazlarda yitirdiğimiz cennetin çocuklarından utandım...
Deprem, çocuk ve ölümün yan yana geldiği kelimeler yüreğimi parçalıyor. Çocuklar uyanmasın diye ayak uçlarında gezilen evler, Kahramanmaraş merkezli depremle birlikte koca bir cografya birer enkaz halinde bugün. O günden beri her gece evimin tavanları üzerime çöküyor sanki.
Oysa onlar, ana yüreğine muhtaçtı, kıpır kıpırdı yürekleri. Tepeden tırnağa günahsızlık vardı. Çünkü onlar “Tanrı” kokardı. Deprem gecesi yatağından düşerken koynundaki oyuncak ayıyı bile bırakmayan çocukları bizler toprağın altına bıraktık. Işıklar yaktık ülkemizde. Oysa her ölen çocuk; gökten bir yıldızın eksilmesi demek. Çocuklarımızı kolay ölümlere terk ettiğimiz için, ülkemiz böylesine karanlık demek....
Televizyon ekranlarında enkaz altında kurtarılan her insan, her çocuk için gözlerimiz doldu. Ancak gördüklerimizden binlercesini enkaz altında bıraktık. Yürek parçalayan görüntüler, kış mevsimin daha da zorlaştırdığı şartlar altında yardım bekleyen insanların büyük çaresizliği ve bütün bunlara uzaktan, sıcak evlerde otururken tanık olmak, bu kahredici tablo karşısında hayatta kalıyor olmayı adeta utanılacak bir suç haline dönüştürüyor.
Kahramanmaraş merkezli 7.7 şiddetindeki deprem de bizlerin Yalova’da yaşadığı 7.4 şiddetindeki gibi gecenin kör karanlığında oldu. Her şey bizdeki gibi bir dakikada oldu. Ancak, Kahramanmaraş depremi olabilecek en kötü mevsimin en kötü gününde, en tehlikeli saatinde ve Türkiye'nin en berbat politik ikliminde yaşandı...
Tıpkı Yalova’da olduğu gibi yaşadığımız bu deprem, bir kader değil, bir doğal afeti felakete dönüştüren, insanları bir meta olarak gören, gözleri para hırsından başka hiçbirşey görmeyenlerin yaşattığı bir sonuçtur bugün yaşadıklarımız. Bizlerin 1999 ‘da Yalova’da yaşadığı, Kahramanmaraş merkezli depremde de olduğu gibi, insan hayatını değersiz sayan bir sistemin yarattığı bir felakettir bugün yaşadıklarımız...
Hani bizim dediğimiz gibi, “Ağustos güzeldir, 17’si olmasa” diye. Şimdi o coğrafyada oralarda söyleyecekler “ Şubat güzeldir 6’sı olmasa” diye. Elbette, keşke o tarihleri takvim yapraklarından çıkartabilmiş olsaydık. Keşke o günleri hiç yaşamasaydık. O tarihler artık, bizler için hüznün adıdır. Enkazlardaki çocuklarımızın son bakışıdır...
1 Yorum
Murat üstel
12.02.2023 14:23:57
Çok güzel ve anlamlı kaleme almışsın Faruk kardeşim Allah razı olsun