Enkazda 98 Saat...
Yalova SMMM Odası Yönetim Kurul Üyesi Yüksel Er'i sadece Yalovalılar değil, Türkiye 17 Ağustos 1999 Depremiyle tanımış oldu. Yüksel Er, Marmara Depreminde umudun ve direncin sembolü oldu. Yaşadığımız felaketin üzerinde yıllar geçti. Hayatımın en zor söyleşilerinden birini Yüksel Er’le gerçekleştirdim.
Yalova SMMM Odası Yönetim Kurul Üyesi Yüksel Er'i sadece Yalovalılar değil, Türkiye 17 Ağustos 1999 depremiyle tanımış oldu. Yüksel Er, Marmara Depreminde umudun ve direncin sembolü oldu. Yaşadığımız felaketin üzerinden yıllar geçti geçti. Hayatımın en zor söyleşilerinden birini Yüksel Er’le gerçekleştirmiştim. Bugün 17 Ağustos'un 22. yıldönümünde Yüksel Er ile yaptığım söyleşiyi, 17 Ağustos'un unutulmaması kayıtlara geçmesi adına burada birkez daha yayınlıyorum.
17 Ağustos’ta yaşadığımız acılarla birlikte, yapılan yolsuzlukların, usulsüzlüklerin unutulmaması, gelecek kuşakların bir daha aynı acıları yaşamaması ve tarihe not düşmek adına arkadaşım Yüksel’in enkaz altında yaşadıklarını ve sonrasında karşılaştığı olayları bir kez daha irdelemek ve sorgulamak, ders çıkarmak adına Yüksel Er’i bu zor söyleşi için kameranın karşısına geçirmek hiç kolay olmadı.
Yüksel Er, enkaz altında kaldığı 98 saat sonra kurtarıldıktan sonra, duruşu ve tavrıyla sorgulayan kimliği ile depremzedelerin sesi olmuştu. 22 Yıl önce, kurtarılma çalışmalarına bizzat katılmış ve tanık olmuştum. Malazgirt caddesinde oturduğu Gök apartmanı enkaz haline gelirken eşi Işık, kızı Ayşe Ecem Er deprem anında yaşamını yitirmişti. Sonraki saatlerde önce Eser, sonra da Yüksel Er, 98 saat sonra enkaz altından sağ çıkmayı başarabildi.
O günlerde; Yüksel Er’in hayatından umudunu kesen ailesi, Yüksel, Işık ve Ayşe Ecem Er için Kızılay Yalova Şubesine giderek 3 kişilik, defin ruhsat ve kefen talebinde bulunur. Ancak O dönemin Kızılay yetkilileri, Kefen parası talep eder. Para makbuzu kesilirken de görevli 5 yaşındaki Ayşe Ecem için kefen parası almaz ve şöyle der: “Buda bizden olsun” Defin işlemleri için hazırlıklar yapılırken Yüksel Er enkazdan kurtarılarak, kızı ve eşini toprağa verirken Kızılay’ın kefen makbuzunu gördüğü an ağzından şu cümleler çıkar:“İşte şimdi ben öldüm”
17 Ağustos 1999 depreminde 14 yaşındaki oğlu Eser’le birlikte enkaz altında kalan ve enkaz altında oğluyla sürekli konuşarak onu cesaretlendiren ve hayata tutulmasını sağlayan Yüksel Er, oğlunun kurtarılmasının ardından enkaz altında tek başına günler süren yaşam mücadelesini anlatırken, yeniden o günleri yaşıyor. Oturduğu evin ailesine mezar yapan müteahhitlerin yargılanmadan serbestçe halen müteahhit yapmalarına tepkisini göstererek “ Olası bir depremde binlerce insan oturdukları evlerinin bir gün kendilerine mezar olacağını bilmiyorlar” diye yakınıyor…
Kendisini kurtaran kurtarıcılarla sürekli diyalog halinde olan, oğlunun kurtarılmasının ardından enkaz altında geçen 98 saat sonra enkazdan çıkarken oğlu Eser’e elini uzatarak “çak” yapmasıyla tanınan Yüksel Er, 2002 yılında tanıştığı psikolog Behiye Güven Er ile evlenerek, ikinci yaşamına merhaba demiş ve 2004 yılında dünyaya gelen Baran ile birlikte yeni bir yaşama adım atmıştı. Yüksel Er, 17 Ağustos depremine salonda gezerken yakalandığını belirtirken o geceyi şöyle anlatıyor.
“İlk Anda Bir Nükleer Saldırı Diye Düşündüm…”
“ Oturduğum 5 katlı binada sarsıntıyı yaşarken gözlerim gökyüzüne yöneldiğinde bir alev topu gördüm. O anda büyük bir sarsıntıyla yıkıldık. Eşim ve kızım o an hayatını kaybetti. Bir süre enkaz altında kalan komşularımın iniltilerini ve seslerini dinledim. Oğlum Eser’in sesine odaklandım. Ve O’nun sesini duyduğumda sürekli kendisiyle konuştum. Oğlum Eser’in enkazda kendisini kurtaracak bir yaşam alanı oluşturduğunu öğrenince rahatlamıştım. Oğlum benim umudum oldu. Depremden birkaç saat önce oğlumla tartışmıştım. Oğlumla barışmadan ona sarılmadan ölmek istemiyordum. O gece sabah Saat 06.00 Vapuruyla İstanbul’a gidecektim.O nedenle uyanıktım Oğlum Eser ise bilgisayarla oyun oynuyordu. Ona geç olduğunu ve uyumasını söylemiş, hatta bu nedenle de biraz tartışmıştım. O gece bir huzursuzluk vardı üzerimde. O anda birden büyük bir sarsıntı oldu. Ardından bir ateş topu ve havada uçuşan kolonlar.Tutunduğum kapı ile nasıl ve nereye savrulduğumu kestiremiyordum. İlk anda nükleer bir saldırı veya büyük bir patlama diye düşündüm. Ama göçük altında üst üste artçı sarsıntılar gelmeye başlayınca bunun büyük bir deprem olduğunu anladım."
“Artçı Sarsıntılar Hiç Bitmeyecek Gibiydi..”
Artçı sarsıntıların depremin hemen ardından başladığını her artçı sarsıntıyla birlikte üzerine beton parçaları düştüğünü söyleyen Er “ Sıkıştığım yerin yanından gelen serinlikten apartman havalandırmasına düştüğümü anladım. Çaresizliği, karanlığı ve ölümü hiç bu kadar yakından görmemiştim. Apartmanda oturanların neredeyse tamamının öldüğünü yaşanan sessizlikle anladım. Enkaz dışında bizleri kurtarmaya çalışan insanların sesini duyuyordum. Ancak bütün gücümü Oğlum Eser’e saklıyor ve onunla konuşmaya çalışıyordum. Ve niyahet depremin ardından 10 saat sonra Oğlum Eser’e kurtarıcılar ulaştığında oğlumun kurtarıldığını anladım. Oğlumun ve dışaırdakilerin seslerini duyuyordum. Oğlum enkazdan kurtarıldıktan sonra ben 4 gece daha enkaz altında kaldım. O an, oğlumla barışmadan ona sarılmadan ölmek istemiyordum. Yaşamak için enkaz altında fazla hareket etmemeye çalışıyordum. Sadece iki kolumu hareket ettirebiliyordum”.
“Oğlum ve Dışarısıyla Islıkla Haberleşiyordum”
Depremin ardından kurtarma çalışmalarının başladığını, iş makinalarının çıkardığı gürültülerden dolayı dışarıya sesini duyurmakta zorlandığını, oğlu ve arkadaşlarının seslerini ise enkazdan duyduğunu belirten Yüksel Er şöyle konuşuyor “Dışarıdaki iş makinelerin sesi, kalabalığın gürültüsü benim sesimin duyulmasını engelliyordu. Üstelik ağzımı da açamıyorudum. Enkazın tozu, her tarafımı kaplamıştı. Bırakın bağırmayı nefes almakta zorlanıyordum . Boğazım toz toprak içindeydi. Islık çalmayı çok iyi bilmem işe yaramıştı. Sürekli ıslık çalıyordum. Benim ıslığım Yalova’nın bir ucundan duyulur. Bir de o gece neredeyse bir kap yoğurt yemiştim. Yediğim yoğurt benim su ihtiyacımı ilk iki gün karşılamıştı.”
“Su İhtiyacımı İdrarımı İçerek Karşıladım”
Susuzluğunu kendi idrarını içerek karşılayan Yüksel Er “İkinci günümde susuzluğum had safhadaydı. Daha önceden seyrettiğim bir savaş filminden sahneler geldi aklıma. Bir Vietnam askeri susuzluğuna karşı kaskına idrarını yapıyor ve kullanıyordu. Yaşamak istiyordum ve yaşamam için gerekeni yapmalıydım. Sıkıştığım yerde bir havlu parçası buldum. İdrarımı Havluya yaparak içmeye başladım. Hatta tedarikli kullanmak için sakladım. Çünkü böbreklerimin iflas etmemesi ve yaşamam için bunu yapmam gerekiyordu. Ağzımı ve yüzümü bu havluyla ıslattıktan sonra karanlıkta kaybetmemek için idrarımı yaptığım havluyu bileğime bağladım."
”
“İş Makinelerı Üzerimde Çalışıyordu”
Enkaz altında üçüncü günle birlikte kurtarma çalışmaların hız kazandığını, iş makinalarının kendisinin bulunduğu enkazın üzerinde çalışma yaptığını, bir iş makinasının paletleri altında parçalanmaktan çekindiğini söyleyen Yüksel Er “ Makineler susunca gece olduğunu anlıyor, kurtuluşum için gelecek yeni sabahı bekliyordum. Makine sesleri bana yaklaştığında düşündüğüm en kötü şey ölümün şekliydi. Bunca günden sonra başımıza giren bir aletle ölebilirdiniz. İşte o an ilk kez öleceğimi düşündüm. Hiç kaybetmediğim umudumun ve direncimin sonuna gelmeye başlamıştım. Kurtarma ekibi bulunduğum yere yaklaşmıştı. Ayak ucuma kadar geliyorlar ama beni bulamıyorlardı. Umudum ile umutsuzluğum birine karışmıştı. Köpekler yanımdan geçiyor, şiddetli kokuya rağmen beni fark edemiyorlardı. Bağırıyordum, ıslık çalıyordum, duymuyorlardı. Yukarıdan yağmur gibi yağan tozlar terimle karışmış, nefes alamıyordum Uykusuzluk, açlık ve susuzluğum son haddindeydi. Bağırsaklarımdan korkunç sesler geliyordu hayatta kalmam için uyumamalıydım. Çünkü biliyordum ki uyuduğum anda ölecektim” diyor.
“Bütün Direncimi Bir Sinek Bitirdi..”
“Hiç Direncini Yitirdiğin Oldu Mu? Sorusunu ise Yüksel Er şöyle yanıtlıyor “ Bir ara, yattığım yere giren bir sinek bütün direncimi altüst etti. Bir an, sineğin kokuya, pisliğe ve ölüme geldiğini düşündüm ve artık bu iş bitti diye düşündüm. Artık, beynim değil, vucudum beynime hükmetmeye başlamıştı. Bir tek sineğin varlığı benim moralimi ve yaşama kararlığımı olumsuz yönde etkilemişti”
“Enkaz Altında İntihar Etmeyi Düşündüm Ama..”
Tükendiğimi hissettiğim anda yaşama son vermeyi bir ara düşündüm. Karanlıkta ellerimi hareket ettirirken bir cam parçasına ulaştım. Böyle acı çekerek ölmektense intihar edeyim diye düşündüm. İlk önce gözlerimin önüne Babam, eşim ve kızım geldi. İçimden sizlerin yanınıza geliyorum diye mırıldandım. Onların bakışı gözlerimin önüne geldi. Bana adeta “ Korkak” diye seslendiler. Sonra yine düşündüm ki, insanın ölümü bile bir mesaj verebilmeli. İnsanlara mücadele gücünü aktarabilmeliydim. Elimde bir can parçasıyla cesedimin bulunmasını istemedim. Kararımı değiştirdim. Benim için “adam gibi yaşadı, adam gibi öldü" diyebilmeliydiler. Gücümü topladım. Beynim kayıt yapan bir teyp gibiydi. Hiç düşünmediğim şeyleri beynimde sürekli hareket ediyordu. Güzel şöyler düşünmeye başladım”
“Aklıma Nurcan Hemşirenin Direnci Gelince Yaşama Tutundum…”
Enkaz altında geçen 4. günde 1992 Erzincan depreminde 8 gün sonra enkazdan kurtarılan Nurcan hemşirenin mücadelesini hatırlayan Yüksel Er,” İşte Benim hayatta kalmamın bir nedeni de Nurcan hemşirenin umududur” diyerek yaşadığı o anı şöyle anlatıyor. “ Erzincan depreminden sonra televizyonda sadece birkaç dakika seyrettiğim kare hiç aklımdan gitmiyordu. Bu, o depremde 8 gün enkaz altında kaldıktan sonra kurtulan Nurcan hemşirenin sesiydi. Onunla 98 saat hep konuştum. Sanki transa geçmiştim "Ben kadın halimle 8 gün dayandım. Bakalım sen ne kadar dayanacaksın" diyordu. Nurcan hemşire benim için müthiş bir dayanak oldu, O'ndan güç aldım. Enkazdan çıktıktan sonra hastanede konuştuğum hemşire anlattıklarımdan sonra ağlıyordu. Sonra öğrendim ki, Nurcan hemşirenin yakın arkadaşıymış.”
Ve Yüksel Er’in Kurtarılma Anı…
Enkazda 4 gün bitmiş 5. günün ilk saatlerinde Yüksel Er, bitkin, tozdan bembeyaz bir halde kurtarıcıların elinde enkazdan dışarıya çıkarken, O'nun hayatından hiç ümidini kesmeyen oğlu Eser, babasının başucundaydı. O an objektiflere “Çak Oğlum” diye yansıdı. Enkaz altında geçen 98 saatin sonrasında, kurtarıcıların yardım eli ilk kez ona dokunduğunda “ Hafif bir temastı kurtarıcımın eli, ama bana sorarsanız müthiş bir sarsıntıya kapıldım. Her tarafım yüksek volt elektriğe tutulmuş gibi titriyordu. Çünkü artık yaşadığımı, yaşayacağımı fark etmiştim. O ilk sesi duyduğum saniyelerin tarifi yapamam çok zor.. Artık oğlum ve kurtarıcılarımla konuşmuyor göz göze bakabiliyorduk” diyor.
İşte o anlar ve söyleşinin ayrıntıları..
0 Yorum