Acıya Duyarsız Olmak...
1960’lı yılların sonunda Yalova Dere Mahallesinde Fırıncı Hasan’ın Saffet adında bir oğlu vardı. Bizden birkaç yaş büyüktü. Yaşı kimine göre 13, kimine göre ise 16 idi. Dere Mahallesinin çocukları olarak bizler ona deli Saffet diyorduk. Deli Saffet, bir çocuğun hatta bir insanın yiyemeyeceği herşeyi yiyor, yerlerde sürünüyor, yüksekten düşüyor, ellerini bıçakla kesiyor, hatta parmaklarını yiyor ama gıkı çıkmıyordu
1960’lı yılların sonunda Yalova Dere Mahallesinde Fırıncı Hasan Ali'nin Saffet adında bir oğlu vardı. Bizden birkaç yaş büyüktü. Yaşı kimine göre 13, kimine göre ise 16 idi. Dere Mahallesinin çocukları olarak bizler ona deli Saffet diyorduk.
Deli Saffet, bir çocuğun hatta bir insanın yiyemeyeceği herşeyi yiyor, yerlerde sürünüyor, yüksekten düşüyor, ellerini bıçakla kesiyor, hatta parmaklarını yiyor ama gıkı çıkmıyordu. Bir keresinde kızgın sobayı kucaklamış elleri tamamen yanmıştı...
Mahallede insanüstü bir güç olarak onu değerlendiriyorduk. Kendisinden de ayrıca korkuyorduk. Bizim oyunlarımıza zaman zaman katılıyor, onunla kimi zaman zamanda vakit geçiriyorduk.
Bir gün, parmaklarını yemeğe başlayınca çok korkmuştuk. Ailesine haber verdiğimizde babası onu sokakta dövüyor ama kendisinin canı acımadığından dayak yedikçe sürekli gülüyordu. Doktorlar o dönemlerde hastalığına bir tanı koyamamış, akli dengesi bozuk diyerek sokağa bırakmışlardı.
Saffet, aynı zamanda Dere Mahallesinin bir maskotu gibiydi. İşte o yıllarda bahçe duvarlarının üzerine çıkarak ağaçlardan meyve topladığımız dönemlerde mahallemize yabancı biri taşınmış, bahçesindeki meyveleri yemememiz için bahçe duvarlarının üstünü cam kırıklarıyla örtmüştü.
Nereden geldiğini bilmediğimiz, suratı devamlı asık ceberrut bir yabancı mahallemize taşınmaya başlayınca herşey değişmeye başlamıştı Bunun hikayesini “Cam Kırıkları” adlı köşe yazımda sizlere ayrıntılı olarak anlatmıştım.
Bir gün, mahallenin çocukları olarak dut yemek için bahçe duvarına çıktığımızda duvarın üstündeki cam kırıkları ellerimizi ayaklarımızı parçalamış her tarafımızdan kanlar akmlaya başlamıştı. Bizlerin canı yanarken, Saffet ise karşımıza geçmiş bizlere gülüyordu. Enterasan olan, Saffet, bahçe duvarına çıktığında elleri ayakları kan içinde olmasına rağmen, canı acımıyor, gülmeye devam ediyordu.
Daha da ötesi bahçe duvarındaki cam kırıklarını elleriyle tek tek kopartarak yiyordu. Yıllar sonra öğrendim ki, Saffet çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamı boyunca acıyı tatmadan hayatını kaybetmişti. Sonrasında ise öğrendim ki; Saffet’in rahatsızlığı dünyada ender görülen Acıya Duyarsızlık Sendromu (CIPA),hastalığıymış.
Oysa, acı vücutta, toplumda birşeylerin ters gittiğinin anlaşılması için gerekli. Saffet ve Saffet gibi olanlar, acı ya da ağrı hissetmezler. Gözyaşı dökmezler, sadece gülerler.
Ve ne yazikki, Bu coğrafyada Saffet’lerin sayısı giderek artmaya başlamıştır. Komşusunun acısını, gözyaşını duymayan, yoksulluğuna ve yoksunluğuna aldırış etmeyen, sorgulamayan, biat eden, savaşlara alkış tutan Saffet'lere dönüşüyoruz birer birer...
,
0 Yorum